Uzun zamandır cevabını aradığım bir soru vardı: Kronik sindirim problemlerimi ve tükenmişlik sendromumu nasıl iyileştirebilirim?
Bunların stresle olan bağlantılarının farkındaydım. Aslında son 1.5 yıldır da bilinçli olarak, bu kronik stres halini ve ona sebep olan faktörleri hafifletmeye çalışıyordum. İş yerimde daha net sınırlar koyup, daha fazla hayır diyebilmeye başlamıştım. Zaten o kadar tükenmiş hissediyordum ki daha fazlasını yapabilecek bir durumda değildim. İkili ilişkilerimde de memnun edicilik tepkimi azaltmaya ve daha sağlıklı bir alma verme dengesi kurmaya çalışıyordum. Bu adımlar daha kötüye gitmemi engellese de beden semptomlarım devam ediyordu.
Sonra iş hayatına bir süre ara vermeye karar verdim. Benim için kolay bir karar olmasa da (bir süre para kazanamamaya ve belirli kimliklerimi geçici de olsa kaybetmeye yönelik korkularım vardı), gerçekten iyi değildim ve kendime bunu vermekten başka çarem yoktu. Şubat sonunda işten ayrıldım. Yavaş yavaş kendimi daha iyi hissetsem de yine de tam anlamıyla düzelmiş değildim. Sindirim sorunlarım da devam ediyordu. Artık ne yiyeceğimi şaşırmış, eliminasyon yapmaktan çok sıkılmıştım.
Aradığım cevabı, en sonunda sinir sisteminde buldum. Bedenim kendini hala tehlikede zannediyordu. İyileşmek için sinir sistemimi regüle edip, bedenimi hayatta kalma tepkisinden çıkarmam gerektiğini anladım. Ve bu kısa süreli bir tatil ile ya da rahatlama etkisi sağlayan diğer hafif uygulamalarla geçecek kadar basit değildi.
Bu bakış açısı ile ilk defa Joe Dispenza’nın ‘Kendiniz Olma Alışkanlığını Değiştirmek’ kitabında karşılaşmıştım. Kısa süreli bir stres ya da bir tehlike durumunda, sempatik sinir sisteminin (savaş/kaç/don) aktive olmasını bekleriz. Bu gerekli durumlarda işe yarayan bir şey. Örneğin, ormanda yırtıcı bir hayvan tarafından kovalandığımızda, yani gerçek bir hayatta kalma tehdidi karşısında, bedenimiz kortizol salgılıyor ve bizi korumak için gerekli tüm içsel kaynaklarını kullanmaya başlıyor. O tehditten sağ salim kurtulduğumuzda ise parasempatik sinir sistemi (dinlen ve sindir modu) aktive olmaya başlıyor ve yavaş yavaş eski stabil halimize dönüyoruz. Sorun, bedenimizin gerçek bir tehditle bize kaygı veren bir mail ya da toplantı arasındaki farkı ayırt edememesi. Ve benim ve kronik stres altında yaşayan birçoğumuzun, hayatta kalma modundan (ya da sempatik sinir sistemi tepkisinden) hiçbir zaman gerçek anlamda çıkamıyor olması.
Joe Dispenza, beni çok etkileyen bir konuşmasında, bu durumun bize olan etkisini şöyle özetliyordu: “En iyi diyete sahip olabilirsin; glutensiz, vegan, ketojenik, organik beslenebilirsin; en iyi vitamin ve probiyotikleri alıyor olabilirsin, egzersiz yapabilirsin, koşabilirsin, pilates yapabilirsin, yoga yapabilirsin. Ama hayattaki herkese ve her şeye karşı olan tepkilerini kontrol altına almadıysan; korku içinde, mükemmeliyetçi ve katı bir tavırla yaşıyorsan bunların hiçbir önemi yok. Çünkü tüm bunlar hücrelerine devamlı tehlike ve acil durum sinyali veriyor. Böylelikle uyku kaliten bozuluyor, vücudun kendini yenileyemiyor ve yediklerini sindiremiyorsun. Dışarıda bir acil durum varken ve bedenin bir sonraki tehlikeye kendini hazırlarken, nasıl sindirebilirsin ki? Bağışıklığın zayıflamaya başlıyor ve hayat enerjin gün geçtikçe azalıyor. Bu tepkide ve tutumda kalmaya devam ettikçe, bir tükenişe, hasara veya hastalığa doğru gidilmesi kaçınılmaz oluyor.”
Eğer siz de;
- Kendinizi devamlı yorgun ve tükenmiş hissediyorsanız,
- Uyku problemleri yaşıyorsanız,
- Yüksek işlevli anksiyete (savaş/kaç) ve depresyon (donma) döngüleri arasında gidip geliyorsanız,
- Kronik ağrı veya mide/sindirim problemleri deneyimliyorsanız,
- Odaklanmakta, zihninizi toparlamakta ve basit işleri bile yapmakta zorlanıyorsanız,
- Hayatı devamlı mükemmeliyetçi bir tavırda, mücadele içinde ve her şeyi kontrol etme çabasında yaşıyorsanız,
Hayatta kalma tepkisinde olabilirsiniz. Ve birçok sorununuzun çözümü, sinir sisteminizi regüle etmekte olabilir.
Kendi iyileşme yolculuğumda, verdiğim ara ve bu süre zarfında yaptığım içsel çalışmalar (özellikle meditasyon) yaşadığım olaylara verdiğim duygusal tepkileri uzaktan gözlemleyebilme fırsatı verdi. Sadece içinde bulunduğum ortamları ya da etrafımdaki kişileri suçlayamam, yaşadığım sorunların önemli bir kısmı aslında benim hayatta var olma biçimimle ilgiliydi. Toksik ortamlar ve durumlar içinde kalmış olsam da aynı zamanda olayları algılama biçimim ve savunma mekanizmalarım da bana zarar veriyordu. Sinir sistemimi regüle etmek ve iyileşebilmek için, Joe Dispenza’nın belirttiği gibi öncelikle kendim olma alışkanlığını değiştirmem gerektiğini anladım. Yoksa, farklı ortamlarda benzer durumları yaşamaya devam edebilirdim. Hayatı yaşama biçimimi kökten değiştirmem gerekiyordu.
Bu süreçte; somatik çalışmalar, nefes uygulamaları, yoga ve meditasyon bana çok iyi geliyor. Özellikle de meditasyonu yoğun ve düzenli bir şekilde yapmak hizada kalmamı ve daha dengeli hissetmemi sağlıyor. Şu an aktif olarak içerik üretsem de kendime yeterli dinlenme zamanı ayırmaya ve gerçekçi beklentiler koymaya özen gösteriyorum. Tabii bir önceki yazımda belirttiğim gibi, neşe faktörünü da unutmamak lazım! Devamlı görev modunda yaşayan biri olarak (çalışmadığım dönemde bile), neşeye ve eğlenmeye yeterince zaman ayırabilmek de benim için önemli.
Sinir sisteminin yıpranması yıllar içinde, adım adım gerçekleştiği gibi iyileşmesi de zaman alıyor. Birçoğumuz için basit ve tek bir çözümü olmayan, farklı boyutlarda ele alınması gereken bir süreç. Bu dönemde kendimize karşı şefkatli, sabırlı ve anlayışlı olabilmenin (her zamanki katı ve eleştirel tutumun aksine) bizi iyileştirecek başlıca unsurlardan biri olduğuna inanıyorum.
Bu konu, tek bir yazıya sığdıramayacağım kadar kapsamlı, paylaşımlarıma devam edeceğim. Beni hem buradan hem de Instagram hesabım üzerinden takip edebilirsiniz.
Şifa olsun.
İlginizi çekebilir: Bastırılmış iç dünyamız: ‘Görülmeyen duygular, durgunlaşır ve sertleşir’