Uzun süredir İstanbul’dan gitme hayalimiz vardı. Aylardır dilimizde. Niyetimiz yaza doğru artık harekete geçmekti. Sonra, bir Pazar klasiği olarak yine trafikte takılı kalınca o gün karar verdik tez zamanda gitmeye. 1 hafta sonra yola çıktık, 30 yıldır evimiz bellediğimiz şehre 700 küsur km uzaklıkta sakin bir yer bulup, ilk baktığımız eve aşık olup tuttuk. Bunu ayrıca anlatmam gerekir!
Şu anda, 1 hafta sonra ayrılacağımız evimizde, bir yandan usta duvarları boyarken ben taşınma kolilerinin arasında oturmuş şubat ayı yazımı yazıyorum. Kaleme almaya niyet ettiğim konu hayatımdaki vazgeçtiklerim ve sadeleşme yolunda attığım adımlardı. 2 yıl öncesine kadar hayatımın neredeyse tamamını kaplayan kurumsal iş hayatımı sonlandırmamla birlikte, hayat rutinim haline gelen ama beni yoran şeyleri teker teker fark etmeye ve değiştirmeye başladığım uzun bir süre oldu. Birkaç tanesinden bahsetmek istedim. Ve sonunda İstanbul’dan gidebilmemizin de bu değişimlerin hediyesi olduğunu düşünüyorum.
İçindekiler
- 1 Dolaplar dolusu kıyafeti ne yapacaksın?
- 2 Makyajsız asla!
- 3 Halbuki saç bakımı yaptığımı sanıyordum ben!
- 4 Ayıp olmasın diye tutulan hediyeler!
- 5 Koca bir kutu dolusu fotoğrafı attım!
- 6 Tadilat gerektiren eşyalar
- 7 Dağ gibi biriken e-postalar:
- 8 Cüzdana sığmayan kartlar:
- 9 Telefon temizliği! Rehberde ismi olan ama hatırlamadığınız kişiler:
- 10 Sosyal medya hesapları:
- 11 Telefonla geçen saatler:
- 12 Sosyal medya seçimleri:
- 13 Hayat seçimlerdir:
Dolaplar dolusu kıyafeti ne yapacaksın?
İstifa ettikten sonra ilk iş gardıropları ayıklama işi oldu benim için. Dolabımdaki klasik iş kıyafetlerinin çoook büyük bir kısmını dağıttım. Kalan kısmı içinse birkaç aylık süreler belirleyip telefonuma alarm kurdum. O süre içerisinde tabi ki giymediğim bir sürü parça oldu. Bu kez ikinci şansı vermedim. İçinde rahat edemediğim, hareketlerimi kısıtlayan, kullanımı zor ne var ne yoksa hepsi gitti. Bana duygusal yük olan parçaların da hiç birini elimde tutmadım. Size de olur mu bilmem, bazı kıyafetler zor geçen bir iş gününü hatırlatıyordu örneğin. Hepsiyle tek tek vedalaştım. Dolabımdan çıkarttıkça sanki içim hafiflemeye başladı. Bir gün giyerim belki diye tutmadım hiçbir parçayı.
Şimdi taşınma sırasında fark ediyorum o kadar az kıyafetim kalmış ki eskiye göre. Bir kapsül dolap değil henüz ama oldukça cesur bir ayıklama yapmışım. Azalttıkça azaltası geliyor insanın. Ve bu sefer daha dikkatli alışveriş yapmaya başlıyorsun. Gerçekten sevdiğim ve ihtiyacım olan şeyleri almaya başladım bu sayede.
Topuklu ayakkabılar da nasibini aldı bu değişimden. Toplantılar, eğitimler, yenilik hevesi vs. diye diye alınmış topuklu ayakkabılardan rahat bir iki tane ayırıp gerisini verdim. Bu konuda tarzımdan öte biraz mantığım da değişti diyebilirim. Şık olmak için topuklu ayakkabıya ihtiyaç yok bence. Nadiren giyebilirim ama artık bedenime iyi gelmeyen, yoran hiçbir şeyi sırf “ortama uygun” olur diye giymekten yana değilim.
Makyajsız asla!
Her gün makyaj yaptığım, hatta kozmetik sektöründe çalıştığım bir hayattan tüm makyaj ürünlerimin küçük bir makyaj çantasına sığdığı bir hayata geçiş yaptığım için çok mutluyum. Her şeyden üçer beşer alırdım. Şimdi her üründen tek bir tane var ve fazlasıyla yetiyor. Zaten ömrü hayatımda bir ruju sonuna kadar tükebildiğimi hatırlamıyorum. Eskiden çekmeceler dolusu makyaj malzemem olurdu. Kimini unutmuş, kimini aldığımı bile hatırlamaz olurdum. Son kullanma tarihlerini kontrol etmek de pek yaptığım bir şey değildi. Çokluk böyle bir karmaşa yaratıyor. Şimdi neler olduğunu ve ne zaman aldığımı ezbere biliyorum. Az, öz.
Tüm bu azalma bir anda olmadı tabi. Başlarda makyajsız dışarı çıkınca biraz garip hissediyordum. Aynaya baktığımda yorgun bir yüz görüyordum ama zaman içinde bu yorgunluğu kapatmaktansa şifalandırmam gerektiğini anladım. Uyku, stres düzeyi, yemek alışkanlıkları çok şeyi değiştirdi. Çoğumuz cildimizi iyileştirmek ve güzelleştirmek adına sürekli cilde müdahale ediyoruz. Oysa bazen kendi haline bırakmak ve bedenin kendi kendini şifalandırması için ona fırsat vermek en güzeli.
Halbuki saç bakımı yaptığımı sanıyordum ben!
Saçımda beyaz olmamasına rağmen yıllardır her ay saçımı boyatıyordum. Başlarda belki biraz hevesle ve değişiklik ihtiyacı ile yapmış olmalıyım ama yıllar içerisinde tamamen anlamsız bir rutine dönüşmüş benim için. Boyandıkça yıpranan yıprandıkça türlü bakımlarla ve ürünlerle canlandırmaya çalıştığım saç bakım rutini hem zamanımı fazlasıyla tüketen hem de ekonomik olarak bütçeme iyi gelmeyen bir hal almıştı.
Kendi orijinal saç rengimi hatırlamaz olduğumu anladığımda durmaya karar verdim. Başlarda dibi çıkan ve rengi iyice solan saçlarım için kolay yola başvurup yeniden boyatmak istediğim anlar oldu. Hatta çevreden gelen tepkiler de boyatmam gerektiğini söylüyordu ama bir müddet direndim, sabrettim.
Boyalı saç tamamen uzayıp gittiğinde saçlarımın bedenimin gerçekten yaşayan bir parçası olduğunu anladım. Boyanın ardından şampuan ve diğer tüm saç bakım ürünlerini de hayatımdan çıkartıp tamamen doğal bakım ürünlerine geçiş yapmamla birlikte değişen sadece saçım değil, hayat tarzım oldu.
Aynı sadeleşme mantığı ile bana vakit veya nakit konusunda yük olan (ayrıca boyanın cilde zararlarının neler olabileceği konusuna hiç girmiyorum burada) ve karşılığında gerçek anlamda bir şey katmayan rutinlerimden birer birer sıyrılıyordum.
Ayıp olmasın diye tutulan hediyeler!
Evi fiziksel olarak arındırma yolundaki en zor adımlardan biri bu bence. Eşyanın kendisiyle duygusal bir bağ oluşmasa bile biriken ve artık evimizde sergileyecek/saklayacak yer bulmakta zorlandığımız hediyeleri ne yapmalı?
Bazen bir hediyeyi bize veren yakınımızı sevdiğimiz için, bazen de ayıp olmasın diye, kullanmasak bile tutmaya devam ediyoruz. Ama birikiyorlar işte. Ve yük olmaya başlıyorlar. Ben nazikçe vedalaştım büyük bir kısmıyla. Konuştum tek tek hepsiyle. Sevgim eşyaların çok ötesinde. Bana yük olacak şeylerden kurtulup, daha özgür ilişkiler geliştirmeye niyet ettim.
Yakınlarımıza hediye almak istediğimizde ise tüketebilecekleri, kullanabilecekleri şeyleri hediye etmeye başladık. Güzel ve kaliteli bir şişe zeytinyağı veya şık bir kavanoz bal, kendi yaptığımız mis gibi bir somun ekşi mayalı ekmek…
Eşimle yaptığımız aile ziyaretlerinde bir şeyler vermek istiyor annelerimiz. Kullanmayacaklarımız için hayır demeyi ve bu konuda dirençli olmayı öğrendik zaman içinde.
Artık neşe vermeyen bir eşyayı tutup kalabalıklar içinde kaybolmaktansa, eşyadan arındırılmış sade ilişkilerde keyifle geçirilen vakitler daha anlamlı olmaya başladı.
Bu yazıyı okuyan tüm arkadaşlarım için not: Zamanında size verdiğim ve size yük olan herhangi bir şey var ise, gönül rahatlığı ile hayatınızdan çıkartabilirsiniz. Dostluğumuz ve muhabbetimiz bize kalsın yeter. 🙂
Koca bir kutu dolusu fotoğrafı attım!
Ne kadar ayıklama yaparsam yapayım basılı fotoğraflar hala çok yer kaplıyordu. Dahası bakmak istediğimde -ki bu en son ne zaman oldu hatırlamıyorum- kolaylıkla ulaşabileceğim bir yerde olmuyorlar. Derin depolama dedikleri gibi derinlerde bir yerde…
Birkaç ay önce döktüm tüm fotoğrafları ortaya. Albümlere yerleşmiş olanları da çıkarttım. Aile, ortaokul, lise vs. diye gruplandırdım. “Hangisini atsam?” değil, “hangisini tutmak isterim?” diye bakarak seçtim. Her bir kategoriden belki 15-20 tane seçmişimdir, fazlası değil. Minicik bir kutuya sığdılar. Depoya çevirdiğimiz evlerimizi derleyip toplamak için ayırdığımız vakti sevdiklerimizle geçirebiliriz.
Tadilat gerektiren eşyalar
Sapı kopmuş bir çanta, bozulmuş bir elektronik cihaz, daraltılacak bir kıyafet… Sizin evinizde de var mı bunlardan? Bunları oldukları yere geri koyup “fırsat bulunca yaptırırım” deyince oldukları yerde kalmaya devam ediyorlar maalesef.
Ben kendime şu soruları sordum; “Gerçekten bu eşyayı kullanmak istiyor muyum?”, “Tadilat yaptıracak kadar seviyor muyum?” “İhtiyacım var mı?”, “Astarı yüzünden pahalı olacak mı?”
Bu sorular neticesinde tadilat yaptırma konusunda ikna olduğum parçaları ayırıp gerisini attım. Ayırdıklarımı da poşetleyerek arabaya indirdim ve neler olduğunun ufak bir liste yapıp cüzdanıma koydum. Dışarıda olduğum günler bir terzinin önünden geçerken aklıma gelen pantolonum artık yanımda. 5 dakika durup işimi halledebiliyorum. Bu şekilde yavaş yavaş eridiler.
Evde kırık ve bozuk eşyaların bize enerji olarak da iyi gelmediğine, tıkanıklıklar oluşturduğuna inanıyorum.
Dağ gibi biriken e-postalar:
Fiziksel olarak yer kaplamasa da dijital şeyler de fazlasıyla insanı yorabiliyor. Dolup taşan bir e-posta çok fazla dikkat dağıtıyor ve zaman öldürüyor. İş mail adresleri için bir şey diyemem elbette ama o yetmezmiş gibi bir de şahsi mail hesaplarının yoğunluğu insanı bitiriyor.
Tek bir e-posta adresine karar verdim ve hızlıca önemli olan şeyleri buraya taşıdım. Önemli üç beş şeyi klasörledim ve geri kalan herşeyi sildim. Bu, ara ara yaptığım bir şeydi zaten. Dijital olduğu için yer kaplamıyor, neden sildin diyebilirsiniz. Elle tutulamayacak bir şey bile olsa zihnimi meşgul etmesini istemedim. Sevmiyorum yıllar öncesinden kalma, işlevsiz yazışmaları. Çok az ve ihtiyacım olacak kadarını tutuyorum. Gerisi hep çöp gibi geliyor bana!
Takip etmediğim, okumadığım, artık ilgimi çekmeyen bütün üyeliklerden/aboneliklerden çıktım. Artık önemli mailleri önemsizler arasında kaçırmak ve gereksiz yere vakit harcamak yok!
Aynı şey bilgisayarım ve hard diskim için de geçerli. Boş bir masaüstü, sürekli güncel tutulan bir sık kullanılanlar listesi, klasörlenmiş az öz dosyalar tam benlik. Ruhum dinleniyor sanki.
Cüzdana sığmayan kartlar:
Kazandığından fazlasını harcamaya teşvik edici oluyor kredi kartları. Ödediğimiz şeyin para değil hayatımız olduğunu anlamam aylarımı aldı. Aldığım maaşın bereketinin kalmadığı, sürekli borçluyum psikolojisinin hakim olduğu bir hayat gerçekten çok yorucuydu.
Zenginliği belirleyen şeyin ne kadar kazandığın değil, ne kadar harcadığın olduğunu öğrenmiş oldum. 1 tane kredi kartım hariç geri kalanları kapattırdım. Ve çoğu zaman nakit harcama yapmaya çalışıyorum. Bunun ne kadar özgürleştirici bir şey olduğunu bilmiyordum.
Bir de mağazaların indirim ve üyelik kartları var. Cüzdana sığmayacaklardı artık! Daha pek bir faydasını görmedim bu kartların. Hepsini kırıp attım aylar önce. Bilmem ne kadar puan ve en özel avantajlarıyla dolu hiç bir mağaza kartını almıyorum kesinlikle. Hepsinin, beni sıyrılmaya çalıştığım bu çarkın içinde tutan birer bağ olduğunu düşünüyorum.
Telefon temizliği! Rehberde ismi olan ama hatırlamadığınız kişiler:
Bu epey vakit alan ve bir o kadar da hafifleten bir temizlik oldu. Kullanmadığım veya çok az kullandığım tüm uygulamaları kaldırdım. Binlerce fotoğrafı temizledim. Büyük bir kısmı çöpmüş zaten. Saklamak istediklerimi de bilgisayarıma transfer edip düzenledim. Tabi ki telefon rehberimi de temizledim. En çok bu kısmı sevdim!
Biriken Whatsapp konuşmaları da sıklıkla temizlediğim bir kısım. Zaman içinde yine birikiyor tabi ki, tüm bu ayıklama işini hala belirli aralıklarla yapıyorum. İşlevini yitiren gruplardan da müsade ile çıkarım.
Dijital bile olsa bana yük olan ve enerjimi emen hiç bir şeyi tutmak istemiyorum. Geçen hafta Mahmut Tuncer’in bir cümlesini duydum televizyonda; “Kime ne faydası var?” İkilemde kaldığımız her şey için bu etkili soruyu kendimize sorabiliriz bence. 🙂
Sosyal medya hesapları:
Gerçekten hepsine ihtiyacımız var mı? Bir zamanlar açtığım artık aktif olarak kullanmadığım hesaplar vardı. Hem hesaplarımı sildim, hem de uygulamaları telefonumdan kaldırdım. Hatta kullanmaya devam ettiğim hesaplarımdaki tüm mesajları ve eski şeyleri de temizledim. Çok düşünmeden, hızlı hızlı yapmak lazım. Yoksa onca şeyin arasında kayboluyor insan. Durduk yere yorgunluk ve baş ağrısı…
Telefonla geçen saatler:
Yatarken telefonum hep baş ucumda ve sesi açık olurdu. Hatta bir dönem yastığımın altına bile koyuyordum. Doktorluk gibi bana her daim ulaşılması gerekli olan bir mesleğim yoktu ama yine de iş hayatında her daim ulaşılabilir bir insan olman gerekir gibi bir algı var biraz. Hatta bir ara bir adet şirket telefonum, bir adet özel telefonum vardı. Tam bir kabus!
Uzun süredir tek telefon kullanıyorum. Bir ara kırılan telefonumun yerine yenisini almam gerekti eski alışveriş alışkanlıklarım devam etseydi gidip Iphone’un son modelini alır, aylarca taksit öderdim kesin. İhtiyacımı karşılayacak kadar özellikleri olan bir akıllı telefon aldım ve bozulmadığı sürece uzun yıllar kullanmak istiyorum.
Ve tabi ki yatarken kesinlikle salonda bırakıyorum. Hatta wifi ve mobil veriyi kapatıyorum. Eskiden asla kapanmayan telefonumu ara sıra tamamen kapatıp, o saatler içinde her ne ile ilgileniyorsam kendimi ona veriyorum. Bunun bu kadar iyi geleceğini tahmin etmezdim!
Sosyal medya seçimleri:
Sosyal medya hesaplarımızda yüzlerce hatta binlerce kişiyle temas halindeyiz. Her gün farklı hayatları yakından izleyebiliyoruz, kendi hayatımızı da istediğimiz ölçüde paylaşıyoruz. Zaman zaman beni de yoruyor ve üzüyordu bu çılgın tempo. Kendi hayatımı kaçırıyormuşum gibi bir hisse kapıldığım anlar oluyordu o ekrana bakarken.
Ancak ekranda neyi izleyeceğimizi de tıpkı televizyon kanalı seçer gibi seçme şansımız var. Her gün neyi izlemek, görmek, okumak istiyorsan ona yönelebilirsin. Diğer türlü, herhangi bir televizyon kanalını açıp karşısına geçip saatlerce çıkan çer çöp ne varsa zihnini bunlarla doldurmaya dönüyor iş.
Özellikle enerjimi aşağı çeken, beni bunaltan, yoran paylaşımları/kişileri takip etmeyi bırakıyorum. Bu tanıdığım birileride oluyor zaman zaman. Veya iyi niyetli olmadığını hissettiğim bir yoruma/mesaja açıklama yapmak için kendimi yormuyorum. Güzellik üreten, iyi niyet gösteren, anlayışımı genişleten, beni büyüten şeylere odaklandıkça diğer uçtakilere zaten vakit kalmıyor.
Hayat seçimlerdir:
Tüm bunlar kocaman bir hayat tecrübesinin minnacık birkaç parçası. Ancak günlük hatta anlık seçimlerimle hayatımın bütününün şekillendiğini biliyorum. Kendi sadeleşme tecrübemde yavaşladıkça kendimi ve tercihlerimi daha iyi izler oldum. Bu da hayatımı ilmek ilmek inşaa etmek için emek harcamam gerektiğini öğretti bana.
Yanında olmayı, okumayı, dinlemeyi, izlemeyi, paylaşmayı, bulunmayı, uğruna para, zaman ve enerji harcamayı seçtiğimiz tüm seçimlerimizle biz, biz oluyoruz. “Ben, benim ve etrafımdakilerin toplamıyım” diye bir söz okumuştum. Ne güzel özetlemiş değil mi?
Farkındalıkla, sadelikle, neşeyle ve gönlümüze göre günlerimiz olur inşallah.
Sevgiyle.
Seval