Yoga matının üzerinde şekillenen derin hikayeleri ve kaleminden dökülen özgün düşünceleriyle Serra Sağra, Uplifers okuyucuları için birbirinden değerli bilgilerini ve herkese iyi gelecek yaşam ipuçlarını paylaşıyor. YogaKioo’nun kurucularından olan ve Eski Sanskrit metinlerine olan ilgisiyle şekillenen yazar olma yolculuğuyla da ilham veren Serra Sağra ile gerçekleştirdiğimiz bu özel sohbet, hem onun dünyasına bir pencere açacak hem de sanatın, yoganın, yazmanın, hayatımızdaki rolüne dair düşünmeye sevk edecek. Keyifli okumalar…
Uplifers okuyucuları için kendinizden kısaca bahseder misiniz?
Cağaloğlu Anadolu Lisesi’nden mezun olduktan sonra, eğitimime Marmara Üniversitesi’nde devam ederek; farklı birçok alanın renkleriyle tanışmama olanak sağlayan İletişim Fakültesi Halka İlişkiler Bölümü’nü bitirdim. Aileden gelen merakla da yönetim alanında uzmanlaşmak üzere San Francisco State University’de MBA yaptım. Fakat Amerika’ya giderken aslında amacım sadece yüksek lisans yapmak değil, konfor alanından çıkmak ve başka bir ülkede kendi başıma var olabilmekti. Altı yılımı Amerika’da geçirdikten sonra Türkiye’ye döndüm ve çeşitli şirketlerde çalıştım. Fakat Amerika’ya gitmeme de sebep olan ve hayatım boyunca içimde hep var olan “Bunun ötesinde bir şey olmalı…” hissi devam ediyordu. Bu merak beni nihayet 2009 yılında yoga ile buluşturdu. Merakla başladığım bu yol varlığımın kendisine dönüştü.
“Kendi özgürlüğünü arayanların rehberi” olarak tanınıyorsunuz, bunu biraz daha açabilir misiniz?
Ne mutlu böyle tanınmak. İnsan bu dünyaya doğuyor ve var olan her şey hakkında bilgi sahibi olurken, kendini bulmak için geldiği bu yolculukta bir türlü bunu nasıl gerçekleştireceğini bilemiyor. Bunun cevabını hep dışarıda ve hep başka birilerinde zannediyor. Gerçekte kim olduğunu bilmediği için başkaları ne derse o oluyor. Değeri ve sevgiyi de başkalarında bulduğu için, kendisi olarak değil, başkalarına göre şekil alıyor. Kendi olmak için geldiği bu dünyada bir türlü kendi olarak kabul görmediğini ya da görmeyeceğini düşünmek insanda üzüntü, keder, öfke yaratıyor. İnsan kendi içinde bu sevgiyi ve anlayışı bulana kadar da kendisiyle olan savaşı bitmiyor ve zannediyor ki hayatta bir savaş var. Zannediyor ki daha güzel, başarılı, sağlıklı, zengin… olursa nihayet o aradığı şeyi bulacak. Halbuki tek yapması gereken kendisi olması ve bundan büyük bir özgürlük yok. Fakat ne enteresandır ki kendimiz olmak için geldiğimiz bu dünyada en büyük cesareti gerektiren şey de yine kendin olmak. Zamanında bütün bunların içinden ben de geçtiğim için, istiyorum ki benim bildiklerimi, pratik ettiklerimi herkes bilsin, pratik etsin, herkes kendi halinin ne kadar güzel, gösterdiği çabanın ne kadar kıymetli olduğunu görsün. Sürekli bir eksiklik hissetmek yerine, yaşadığı her an “tam” olduğunu, istese de başka bir şey olamayacağını fark etsin.
Yoga felsefesi ile ilk karşılaşmanız nasıl oldu ve o andan sonra hayatınızda ilk olarak değiştirdiğiniz veya “kesinlikle değiştirmeliyim” dediğiniz şey neydi?
Yaşadıklarımın içinde daha derin bir anlam aradığım bir dönemde tesadüfen karşıma yoga felsefesi ile ilgili bir kitap çıktı. Okuduğum şeyler hem çok tanıdık hem de o an bana çok rahatlatıcı gelmişti çünkü nihayet “bunun ötesinde bir şey olmalı” “bak gerçekten bunun ötesinde bir şey varmış”a dönüşmüştü. Meditasyondan da bahseden o kitabı okurken, bir yandan da meditasyon pratiğine başladım.
İlk olarak değiştirdiğim şey ilişki kurma şeklim ve kendi hayatımın sorumluluğunu almak oldu. Okuduklarımda yaşadığım her şeyin benimle alakalı olduğu ve gerçek özgürlüğün, gerçek sevginin benim o an zannettiğimden başka şeyler olduğu yazıyordu. O kadar her şeyi başkalarından bekleyerek yine yaşadıklarımızın sorumluluğunu başkalarına yükleyerek yaşıyoruz ki. O an içinde sıkışmış hissettiğim hayatın değil aslında kendi yarattığım karakterin olduğunu fark ettim. “Gerçekten böyle özgürce var olabilmek, anlayışla, sevgiyle ne muhteşem şeydir kim bilir” dedim ve nihayet kendi hayatımın sorumluluğunu aldım.
Hindistan’da yoga felsefesi ve eski felsefik yazıtlar dili Sanskrit üzerine eğitimler aldınız, tüm bunlar öğretim metodunuzu ve yaklaşımınızı nasıl şekillendirdi, yoga ile aranızdaki bağı nasıl etkiledi?
Felsefe o kadar büyüleyici ki; insana kendini gösteren, kendisini sorgulamasını sağlayan… O felsefe derslerini dinlemedim yuttum diyebiliriz. Saatlerce üzerine düşündüm, okumaya devam ettim. Yoga pratiğinde bilgi mücevher değerinde fakat asıl mucizesi o bilgiyi pratik ettiğinizde ortaya çıkıyor. Yoga sutralarda da dediği gibi bu okuduklarını, öğrendiklerini pratik etmen gerekiyor ki seni dönüştürsün. Ben de aldıklarımı uyguladım. Bu uygulama hali de yogayı bildiğim değil yaşadığım bir şeye dönüştürdü.
Yoga pratiğinizin, yazı ve sanat üzerine çalışmalarınızda yaratıcılığınızı nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz? Bu iki alan arasındaki denge ve uyumu nasıl buluyorsunuz ya da birbirini nasıl besliyor?
İçimde hep yaratıcı bir taraf vardı fakat bu konuda ortaya koyduğum bir şey yoktu. Yoga pratiği sayesinde bu yaratıcılığı istediğim alanda ve zamanda kullanabilmeyi ve yarattıklarımı ortaya koyabilmeyi başardım. Herkesin içinde yaratıcı bir güç var fakat çoğu zaman bu güçle ne yaptığımızın ya da bu gücü nereye kullandığımızı fark etmiyoruz. Yoga zihni kuvvetlendirip farkındalığını artırıyor ve elbette içerideki bütün enerjini dengeleyerek senin kendi yaratıcılığını kendi kontrolünde ortaya koymanı sağlıyor. Pratikler sayesinde beden ve zihindeki dengeyi koruduğum için yaratma halini devam ettirebiliyorum.
Eski Sanskrit metinlerini günümüze aktarırken hangi modern bağlamlar sizin için en zorlayıcı oluyor, bu kadim öğretileri modern dünyaya uyarlarken karşılaştığınız en büyük zorluk sizce nedir?
Eski bir yazıttan bahsedince zaman zaman bu insanlara eski ve tamamlanmış bir şey gibi geliyor. Yani o zaman uygulanan ama artık geçerliliği olmayan. Örneğin; yoga pratiklerinin zamanında böyle yoğun yaşandığını modern zamanlarda bunun mümkün olamayacağına inanılıyor. Ya da Mahabharata’da insanların ağzından çıkan söz çok önemli ve kimse ağzından çıkan sözden geri dönemiyor. Bunu okuyunca bunun sadece o zaman ait bir şey olduğunu düşünüyor okuyan ve kendi sözlerine dikkat etmesi gerektiğini düşünmüyor. Yani bazen bu eskiden gelme hali kadim bir bilgi olması insanı artık yapılmaz yanılgısına düşürüyor.
2018 yılından bu yana Mahabharata Destanı üzerine çalışıyorsunuz ve serinin ilk iki kitabı “Mahabharata Ateş” ve “Mahabharata Toprak” okuyucularıyla buluştu… Mahabharata üzerine yazmaya nasıl karar verdiniz ve bu destanı günümüze aktarırken hangi unsurları ön plana çıkarmayı hedeflediniz?
Mahabharata destanı üzerine çalışmaya başladıktan sonra beni çok etkiledi. İçinde bir yandan insanın var oluşuna dair her sorunun cevabı vardı bir yandan da binlerce yıl öncesinden ve başka bir coğrafyada geçmesine rağmen karakterler bugünün dünyasında herhangi bir yerde yaşayan insanın yaşadığı hikayeleri yaşıyorlardı. Hikayedeki her bir arketip, günümüzde hala içimizde, yaşamımızda çalışan arketiplerdi. Önce Mahabharata destanını anlattığım bir program açtım ki bu bilgi bende kalmasın; benden yayılsın. Daha sonra bu programda yaptığım şeyi daha da kompakt bir hale getirerek bu muazzam bilginin daha büyük kitlelere ulaşmasını hedefledim. Bir destanın çevirisi yerine, o destanı bilgi ve açıklamalarla okuyucunun hayatına ışık tutacak bir hale getirecek özgün bir eser oluşturdum ki kişi bu seride kendi hayatına dair bir fayda bulsun.
Yoga pratiğini farklı sosyal ve kültürel arka planlara sahip insanlara nasıl adapte ediyorsunuz, onlara nasıl aktarıyorsunuz? Yoganın evrensel dili veya mesajı diyebileceğiniz, değişmeyen, herkes için ve herkese uygun olan yanı veya ögesi sizce nedir?
Yaptığım etkinlik ve paylaşımları buna göre şekillendiriyorum. Farklı mecralarda yoganın farklı yönlerinden bahsederek aynı bilgiyi farklı şekillerde kullanarak daha anlaşılır hale gelmesini sağlıyorum. Instagram hesabımda bu bilginin herkesin anlayabileceği şekilde olmasına dikkat ederek buna uygun pratikler ve ödevler veriyorum. YouTube hesabımda yine yoga felsefesini gündelik hayata taşıyan sohbetler ve pratikler paylaşsam da orada zaman zaman paylaştığım satsang ve pratiklerle ihtiyacı olan için konuyu daha derin hale getiriyorum. Bir uzmanlık programında ya da daha önceden yoga bilgisine sahip olanlarda olan bir çalışmada ise bu bilginin daha derin haline iniyoruz. Fakat kişiler farklı olsa da bütün bu çalışmalarda mutlaka bir birlik hali ortaya çıkıyor çünkü günün sonunda evrensel olan şey insanın yaşam deneyimi. Herkes sevgi, değer, karanlık, üzüntü, keder, erdem, erdemsizlik, doğru, yanlış; bütün bu kavram ve duyguların içinden geçiyor. Bahsettiğimiz şey mutlaka insanın hayatına dair bir yere dokunduğu için yoga da herkese dokunuyor. O nedenle de sık sık öğrenciler diyor ki “hem karışık geliyor ama bir yandan da daha önceden de biliyormuşum, duymuşum” gibi…
Mahabharata serisinin devam kitapları ne zaman okuyucularla buluşur, yakın zamanda farklı çalışmalarınızın da duyurusu gelir mi?
Hava bitmek üzere ve devamında su ile seri tamamlanacak diye düşünürken serinin Akaşa adında başka bir kitabı daha olacak gibi gözüküyor. Hedefim bu seriyi 2025 yılında tamamlamış olmak. Bunun yansıra ikisi yine yoga felsefesi üzerine biri roman olacak üç farklı kitap çalışmam daha var. Bu sene çok yazdığım bir sene olacak.
Peki, sizi bugün daha çok heyecanlandıran hangisi diye sorsak; ‘yoganın geçmişi’ mi yoksa ‘geleceği’ mi?
Geleceği. Geçmiş zaten o geleceğin üzerine kurulduğu temel. İnsanların gittikçe kendilerine karşı meraklarının artması, öncesinde insanlar “ben böyleyim” diye kestirip atarken şimdi “nasıl daha iyi, daha huzurlu yaşayabilirim” diyerek bu sorunun cevabının peşine düşen insanlar olması ne heyecan verici. Dünyada bir yandan bu kadar “kötü” diye adlandırabileceğimiz şeyler olurken bir yandan da iyiye, gerçeğe, sevgiye, kendine inanan insanların yılmadan, usanmadan çaba göstermesi olağanüstü. Bu dönüşüm insanı yoganın geleceği ile ilgili olarak, haliyle insanın geleceği ile ilgili olarak çok heyecanlandırıyor.
Çetin Çetintaş ile yollarınız ilk olarak nasıl kesişmişti? Geçtiğimiz yıl kurulan ve kendi yaşam yolculuğuna, yogaya gönül vermiş herkese bugün kapılarını açan YogaKioo Türkiye’yi kurma fikri sizin tarafınızda nasıl yankı buldu, sizi bu konuda en çok heyecanlandıran şeyler nelerdi?
Meditasyona başladığım o süreçten iki ay sonra İstanbul’a döndüğümde asana derslerine de başlamak istedim. Çetin Çetintaş ile olan buluşmamız bu şekilde gerçekleşti. 12 sene süren bir usta-çırak ilişkisinden sonra 2022 yılında ilişkimiz bu yolu birlikte yürüyen iki kişiye dönüştü. Kioo Retreat Center biz 2010’da ilk buluştuğumuzda aldığımız bir karardı. İnsanların gelip, istedikleri gibi pratik yaptıkları bir okul kurmak istiyorduk. Dünyada böyle yerler varken Türkiye’de de pratik yapmak isteyenler için böyle bir alan olsun istiyorduk. İnsanlar genel olarak bir hikayenin sonunu görüyorlar haliyle. Kioo Retreat Center ortaya çıkana kadar biz Çetin Çetintaş ile tek bir anını değiştirmek istemeyeceğim şahane bir yolculuğun içinden geçtik ve ne mutlu yola devam ediyoruz. O gün hayalini kurduğumuz şeyin elle tutulur, gözle görülür olması ve Türkiye’nin ve dünyanın her yerinden insanların kurduğumuz o salonlarda birlikte yapması tarif edilmez bir duygu.
Yoga pratiğinin yakın gelecekte nasıl evrimleşeceğini ön görüyorsunuz hem Türkiye hem de dünya geneli için düşüncelerinizi paylaşabilir misiniz?
Yoga şu an dünyada da Türkiye’de de çok popüler. Her popüler olan konuda olduğu gibi yogada da bir “yoga böyle yapılmalı, şöyle olmalı” tartışması oluyor. Fakat yoganın basamakları ve yöntemleri binlerce yıldır aynı şekilde devam ediyor. Yani yeniden keşfedilecek değil aksine var olduğu haliyle tam olarak uygulandığında insanı mutlaka kendine götürecek bir prensip. Yoganın zaman içinde daha da yayılacağını ve insanların fiziksel ve zihinsel faydalarını gördükçe nasıl ki örneğin yürümenin insan için iyi bir egzersiz olduğu artık kabul gören bir şey; yoganın da ne olduğunun tartışılması yerine artık insana sonsuz fayda da bir prensip olduğunun kabul göreceğine inanıyorum. Zaten halihazırda bilimsel birçok çalışmanın neticesinde bu faydalar kanıtlandı, hatta dünyada hastanelerde medikal yoga bölümleri kuruluyor. Bu gelişmeler de yoganın ileride toplumların oldukça önemli bir parçası haline geleceğini gösteriyor.
Tüm paylaşımlarınız, pratikleriniz, kitaplarınız, çalışmalarınız, öğretileriniz, kısacası yaptığınız her şey ile dünyada bırakmak istediğiniz kalıcı etkinin ne olduğunu hiç düşündünüz mü, evetse bu düşünce gelecekteki projelerinizi şekillendiriyor mu?
Senelerdir binlerce öğrencinin yolculuğuna tanıklık ediyorum. Aynı zamanda sosyal medyada paylaştıklarımın neticesinde insanlar benimle kendi yolculuklarına dair birçok şey paylaşıyorlar. Bütün bunların neticesinde kendi yolculuğumu da hatırlayarak insanların yaşamlarında nerelerde sıkıştıklarını, nerelerde karanlığa kapılıp asla oralardan çıkamayacaklarını düşündüklerini, kendi var oluşlarının kıymetini göremediklerini biliyorum. Sorunuz üzerine fark ettim ki bu benim bilinçli olarak yaptığım bir seçim olmasa da paylaştığım, yaptığım her şeyin insanın zihninin yarattığı bu karanlığı ortadan kaldırmasına ve o karanlıkta bir ışık oluşmasına yardımcı olmak istiyorum. İnsanın ne kadar sınırsız bir güce sahip olduğunu fakat bu gücün yıkımdan değil aksine sevgiden ve anlayıştan ortaya çıktığını anlatmak istiyorum ki artık insanın içindeki bu savaş bitsin. İnsan bir yolu neşeyle de yürüyebilir sıkıntıyla da. Yol aynı yere gider ama yaşanan deneyim bambaşkadır. Huzurla, keyifle, neşeyle, özgürce hayat deneyiminin içinden geçmek mümkün ve bunun için bir yerlere değil sadece kendimize ulaşmamız gerekiyor. Yaptığım her şeyle bunu anlatmaya devam etmek istiyorum.
Son olarak Uplifers okuyucularına ne söylemek istersiniz?
Eylemler dünyası olan bu dünyada hiçbir şey çabasız olmuyor ve insanın kendisini tanımak için gösterdiği çaba çok kıymetli. Hayat bazen karanlık, zor gibi gözükse de insan başına gelen her şeyin içinden geçecek güce sahip. İnsan zaman zaman bu gücünü, değerini, ne kadar çok sevebildiğini unutuyor. Hayatta her şeyi değiştirecek tek bir şey varsa o da sevgi, insanın sahip olduğu bu sınırsız sevgi. Yoga pratikleri insanda bu sevgiyi ortaya çıkarttığı için bir yerden sonra ne mutlu ki insanın kendine dair ‘benim’ dediği her şey değişiyor. Hep söylediğim gibi; iyi ki varsın. Sen olmasan hiçbir şey aynı olmazdı.
İlginizi çekebilir: ‘Ruhum yogayı, yoga da ruhumu besliyor’: Çetin Çetintaş ile yoga ve kendini bulma yolculuğuna dair röportaj